"Let thy Food be thy Medicine and thy Medicine be thy Food." – Hippocrates

22 Ocak 2010 Cuma

"Let thy Food be thy Medicine and thy Medicine be thy Food." – Hippocrates















Dün Rawfood öğrencim, aile dostumuz Seda bizim ofisteydi. Mehmet Abi buğday çimin var mı diye çıkagelmişti. Grip olmuş; elinde, burnunda mendil, akan gözlerle sabahın erken saatinde imdat diyordu. Sadece Seda mı imdat diyen acaba? İmdat diyenlerin farkında mıyız acaba? Yoksa başta kendimiz imdat istediğimizden mi, gözümüz, vücudumuz, beynimiz sadece kendi halimizle uğraşıp durur hale gelmiş acaba?

Dün bir ara alışverişe çıkmıştım. Mandalina, muz, kara lahana, pazı falan almaya. Marketten içeri girer girmez cep telefonlarının komik zilleri gibi hapşıran ve öksüren, gözleri sulanmış, nefes almakta zorlanan, renkleri siyaha dönmüş, daha da önemlisi “canlılığını” kaybetmiş 10'a yakın insan dikkatimi çekti. Marketin bir diğer ucundan ise neşeli kahkahalar, sesli ve canlı konuşmalar havada dolanıyordu.

Eeee KOÇ burcu olmak zor vesselam. "The curiosity kills the cat! (Merak kediyi öldürür!)" durumu... Merak işte; bu iki farklı insan grubu acaba nasıl bir market alışverişindeler de bu hal içindeler der demez, kendi alacaklarımı sonraya bırakıp önce soluk yüzlü manituların, hapşıran boğa, öksüren tilkilerin yanına yürüdüm hızlıca. O büyük, tekerlekli alışveriş arabalarına neler yüklemişler neler bir görseydiniz. Aile boyu Coca-Cola'lar, sütlü-fıstıklı çikolatalar, kesme şekerler, renk renk peynirler, irili ufaklı kutu kutu sütler, kıyma-işkembe-bonfile kokteylleri, kızartmalık ayçiçek yağı, Riviera zeytinyağı, hazır poşet pudingler, jöleler ve daha neler neler! Tüm cesaretimi toplayıp orta yaştan bayağı bir gün almış ve saydığım bu muhteşem(!) alımları gerçekleştiren bir teyzenin yanına yaklaştım. Pardon, kusura bakmayın ama size bir şey sorabilir miyim acaba dedim. Teyze acele acele beyaz un paketini kaparken “efendim” deyince; “Neden hastasınız biliyor musunuz acaba?” diye sordum. “Evet, dün akşam pencereden baktım rüzgar yemişim” dedi, dedi de dedi. Yok, sizi bu satınaldıklarınız hasta ediyor dedim. Deli midir nedir dedi ve kasaya koşturdu. Ben de... Arkamdan bakıyor, belli ki korkutmuşum teyzeyi. Uzaktan izleye durdum. Kasiyerle mücadelesinden sonra tam 227TL ödedi ve gitti. Teyze nefes almakta zorlanıyor kapıdan çıkarken, bir defa daha hapşırıvereyim içerde de öyle gideyim demiş olacak ki herhalde, kendisinden 3 defa daha ses geldi.

Koştum diğer kahkaha ile gülen canlı insanların yanına, hala oradalar. Ellerinde ufak alışveriş sepetleri ve içlerinde mandalina, elma, lahana, havuç, avokado, meyve-sebze. Bir de ekmek. Nasıl canlılar, nasıl tatlı tatlı sohbet ediyorlar kendi aralarında. Sormaya gerek yok. Her şey apaçık: aldıklarının çoğunluğu Canlı Gıda.

RawVeganismin, canlı gıdalarla beslenme sisteminin, yani RALF (Raw and Living Foods) Beslenme Sistemi’nin annesi Ann Wigmore'un dediği gibi: “Canlı gıdalar yaşayan bedenler, ölü gıdalar ölen bedenler yaratır.” Farkı yaşayan çok iyi bilir. Yaşamayanların çoğunluğu imkanı yok anlayamaz ve “Zor bu işler dünyaya bir kere geldik, aman canım atın ölümü arpadan olsun (hayvanlığının kabulü)” gibi anti-christ bir tavırla, cehaletin verdiği cesaretle saçmalar dururlar. Cehaleti yenmenin tek yolu okumak, öğrenmek ve hayata geçirmek. Tatmadığımız, yaşamadığımız bir şey için nasıl yorum yapabiliriz ki?

Seda'ya 2 kap Buğday Çimi verdim. “Sen iyileşene kadar günde en az 60ml içeceksin, çocuklar da bol bol içsin. 500 ml taze sıkılmış karışık meyve suyu, 500 ml taze hazırlanmış karışık sebze suyunu da unutma her gün. Bol bol klorofil almaya çalış, tüketebildiğin kadar". Oturmaya bekleriz yine Seda’cım, Mahmut’a da çok selam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder